29 Nisan 2012 Pazar

kendime bir itiraf denemesi


Ben aslında kimselere benzeyemedim ama ne olduğumu anlatacağına körü körüne inandığım “gibi” edatının önüne gelecek bir sözcüğüm de olmadı hiç. Ne tanımlayabildim kendimi, ne de tanımlanabildim. Kim ne düşündü hakkımda, sır oldu benim için. Garip hikayelerim oldu hayata dair, bazen söyleyemedim bile, içimdeki çocukluklarıma anlattığım birer masal oldular...Tüm bunlara rağmen de en çok kendimi anlatmaya, tanımlamaya isimler verip etiketler yapıştırmaya çalıştım. Tek amacım anlamaktı, bilmekti neden yaptığımı, yaptığımdan bazı bazı pişmanlıklar duyduğum şeyleri.

Durdum bazen, sabit bakışlarımı engelleyemeden ve şapşallığa ramak kalırken hayallere daldım, kendi kendime konuştum, gülümsedim. Bunlar normal dediğimde aslında Orhan Veli’den güç aldım, yine gülümsedim. Sakarlaştım bazen de, şişeleri, bardakları ve hatta  çamları devirdim. Dilimde kemik bitti, ben yoldum.

Hep kendimden bahsettim saklanırken. Amacım da buydu sanırım, saklambaç oynarken kahkahalarını tutamayıp hep yerini belli eden ben, yine mi korkmuştum. Bulunamamak mıydı ki, anlaşılamamak mı kaygı tohumlarını ekip kendi gözyaşlarımla büyüttüğüm şey.

Yarım bırakıp kaçtım. Savaşmaktan değil, kaçmaktan yoruldum hep, iş fizik kanunlarınca eşit kabul edildi, aynı sayı çıktı hesap makinesinin ekranında. Oysa ki ben yalnızca bir tanesini yaşamıştım, geri dönüp karşılaştırma imkanım olmayacaktı. Zaman aktıkça da veriler değişecek, hesaplarım birbirine girecekti. Ölçmekten, tartmaktan vazgeçtim ben de, yine bıraktım gittim başka bir yol bulmak için.

Kendi önüme ille de yalnız sıfatını koyduğumda, yalnızlığın zıt anlamlısını düşünmemiştim bile hiç. Yalnızlığın rengi yoktu sanki beyaz katıp bir ton açığını yapabileceğim. Şimdiki gibi, devrik cümleler kurdum hep, sonra başa dönüp yeniden okuduğumda hep kurallı olanı daha anlamlı geldi. Öyle yapışmıştı ki bana, hep kuralsız olanı seçmek, oysa ben Bukowski gibi olamazdım. Sandığım beni olduğum ben sandım. Sonra sandığımı sandığım şeyin ben olmadığını da anladım, o esnada bile kendimi bambaşka, bir başka şey daha sanıyordum. Çelişkiler yumağıyla, henüz örülmüş kazağın ilmeklerini çöze çöze oynadım, ipler patilerimde kaldı.

Film izlemeyi sevdim, başı ve sonu anlaşılır olanları daha da çok... yine de hep yoruma açık bir sonla biten filmlere daha çok zaman ayırdım. Yarım bıraktım sıkıldığım filmleri, sonra izlemeyi unuttum. En sevdiğim filmin ne olduğunu bilsem de hep sevilmesi gerektiğini düşündüğüm filmlerin adlarını yazdım anketlere.

Sigara yaktım, unutup ilk nefesten sonra, cam küllüğümde sarı lekeler oluşana dek almadım yeniden parmaklarımın arasına, bekledi, söndü umursamadım. Bir yenisini yaktım, bazen de üzüldüm, ama boyu kısalmış sigaralardan da korktum aslında, yeniden yakarken ya kirpiklerimi de yakarsam diye, sıcaklığını hissetmeye korktum, ateşten...

Her şeyi hep son ana bıraktım, son dakikalarda tamamladım tüm işlerimi. Hep vakitsizce aklıma takıldı sorular, kimilerini hiç soramadım, eskidiler. Söylemek istediklerimi de unuttum çoğu zaman, en ters zamanlarda zihnimde belirip, karın ağrılarımın baş sebebi oldular.

Bazen olur ya kelimeler yalnız hatırlanamazlar, kalıplaşmış, deyimleşmişlerdir. Esas aradığın kelimeyi değil de ardındakini düşünmen gerekir hatırlayabilmek için. Ben hala ardımdaki kelimeyi arıyorum...

2 yorum: