Ben aslında
kimselere benzeyemedim ama ne olduğumu anlatacağına körü körüne inandığım
“gibi” edatının önüne gelecek bir sözcüğüm de olmadı hiç. Ne tanımlayabildim
kendimi, ne de tanımlanabildim. Kim ne düşündü hakkımda, sır oldu benim için.
Garip hikayelerim oldu hayata dair, bazen söyleyemedim bile, içimdeki
çocukluklarıma anlattığım birer masal oldular...Tüm bunlara rağmen de en çok
kendimi anlatmaya, tanımlamaya isimler verip etiketler yapıştırmaya çalıştım.
Tek amacım anlamaktı, bilmekti neden yaptığımı, yaptığımdan bazı bazı
pişmanlıklar duyduğum şeyleri.
Durdum bazen,
sabit bakışlarımı engelleyemeden ve şapşallığa ramak kalırken hayallere daldım,
kendi kendime konuştum, gülümsedim. Bunlar normal dediğimde aslında Orhan
Veli’den güç aldım, yine gülümsedim. Sakarlaştım bazen de, şişeleri, bardakları
ve hatta çamları devirdim. Dilimde kemik
bitti, ben yoldum.
Hep kendimden
bahsettim saklanırken. Amacım da buydu sanırım, saklambaç oynarken
kahkahalarını tutamayıp hep yerini belli eden ben, yine mi korkmuştum.
Bulunamamak mıydı ki, anlaşılamamak mı kaygı tohumlarını ekip kendi
gözyaşlarımla büyüttüğüm şey.
Yarım bırakıp
kaçtım. Savaşmaktan değil, kaçmaktan yoruldum hep, iş fizik kanunlarınca eşit
kabul edildi, aynı sayı çıktı hesap makinesinin ekranında. Oysa ki ben yalnızca
bir tanesini yaşamıştım, geri dönüp karşılaştırma imkanım olmayacaktı. Zaman
aktıkça da veriler değişecek, hesaplarım birbirine girecekti. Ölçmekten,
tartmaktan vazgeçtim ben de, yine bıraktım gittim başka bir yol bulmak için.
Kendi önüme ille de yalnız sıfatını koyduğumda, yalnızlığın zıt
anlamlısını düşünmemiştim bile hiç. Yalnızlığın rengi yoktu sanki beyaz katıp
bir ton açığını yapabileceğim. Şimdiki gibi, devrik cümleler kurdum hep, sonra
başa dönüp yeniden okuduğumda hep kurallı olanı daha anlamlı geldi. Öyle
yapışmıştı ki bana, hep kuralsız olanı seçmek, oysa ben Bukowski gibi olamazdım.
Sandığım beni olduğum ben sandım. Sonra sandığımı sandığım şeyin ben olmadığını
da anladım, o esnada bile kendimi bambaşka, bir başka şey daha sanıyordum.
Çelişkiler yumağıyla, henüz örülmüş kazağın ilmeklerini çöze çöze oynadım,
ipler patilerimde kaldı.
Film izlemeyi
sevdim, başı ve sonu anlaşılır olanları daha da çok... yine de hep yoruma açık bir sonla
biten filmlere daha çok zaman ayırdım. Yarım bıraktım sıkıldığım filmleri,
sonra izlemeyi unuttum. En sevdiğim filmin ne olduğunu bilsem de hep sevilmesi
gerektiğini düşündüğüm filmlerin adlarını yazdım anketlere.
Sigara yaktım,
unutup ilk nefesten sonra, cam küllüğümde sarı lekeler oluşana dek almadım
yeniden parmaklarımın arasına, bekledi, söndü umursamadım. Bir yenisini yaktım,
bazen de üzüldüm, ama boyu kısalmış sigaralardan da korktum aslında, yeniden
yakarken ya kirpiklerimi de yakarsam diye, sıcaklığını hissetmeye korktum,
ateşten...
Her şeyi hep son
ana bıraktım, son dakikalarda tamamladım tüm işlerimi. Hep vakitsizce aklıma
takıldı sorular, kimilerini hiç soramadım, eskidiler. Söylemek istediklerimi de
unuttum çoğu zaman, en ters zamanlarda zihnimde belirip, karın ağrılarımın baş
sebebi oldular.
Bazen olur ya
kelimeler yalnız hatırlanamazlar, kalıplaşmış, deyimleşmişlerdir. Esas aradığın
kelimeyi değil de ardındakini düşünmen gerekir hatırlayabilmek için. Ben hala ardımdaki kelimeyi arıyorum...